Filozofun Körlüğü
Kur’an okuyan biri, Mülk Suresi’nin son ayetini okuyordu. Yani,
“Suyu kaynağından keser, yerin derinliklerinde gizler, kupkuru bir hale
getirirse, Allahu Teala’dan başka kim tekrar getirebilir?!” ayetini.
Aşağılık ve hor bir felsefeci, okulun yanından geçerken bu ayeti duydu,
hoşuna gitmedi. Dedi ki:
Gece rüyasında bir adam gördü, aslan gibi güçlü ve kuvvetliydi. Felsefeciye bir tokat vurdu, iki gözünü birden kör etti.
- Ey kötü adam, dedi, eğer yapabiliyorsan, bu iki göz kaynağını da kazma ve külünkle nurlandır bakalım!
Felsefeci uyandı, baktı ki iki gözü de kör olmuş, görmüyor.
Ağlayıp inlese, tövbe ve istiğfar etseydi, Allah’ın lütfuyla gözleri tekrar görürdü. Fakat tövbe yolu bağlanmıştı.
Kendine gel de, “Nasıl olsa tövbe ederim” diye günah işleme! Tövbeye de bir parlaklık gerek.
***
Hz. Musa (a.s.) Ve çoban
Hz. Musa yolda bir çobana rastladı. Çoban şöyle dua ediyordu:
- Ey kerem sahibi Rabbim, nerdesin ki sana kul köle olayım.
Çarığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayayım, bitlerini
kırayım. Ey Yüce Rabbim, sana süt ikram edeyim. Elini öpüp ayağını
ovayım. Uyuma vakti gelince yerini silip süpüreyim. Bütün keçilerim
sana kurban olsun!
Çobanın bu şekilde saçma sapan konuştuğunu gören Hz. Musa:
- Kiminle konuşuyorsun, diye sordu.
- Bizi yaratan, bu yer ve göğü halk edenle, diye cevap verdi çoban.
- Yazık, sen daha Müslüman olmadan kâfir oldun. Bu ne saçma söz, bu
ne küfür! Çarık, elbise ancak sana yaraşır. Bir güneşin bunlara ne
ihtiyacı var?! Allahu Teala’nın her şeye kadir olduğunu biliyorsan
nasıl oluyor da böyle hezeyanlarda bulunuyorsun? Allah (c.c.) böylesi
hizmetlerden müstağnidir. Sen bu lafları kime söylüyorsun, amcana,
dayına mı?! Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağa muhtaç olan çarık
giyer.
Çoban:
- Ya Musa, dedi, pişmanlıktan canım yandı.
Elbisesini yırttı, ah ü figan ederek çöle doğru yola düştü. Bunun üzerine Allahu Teala, Musa (a.s.)’a şöyle vahyetti:
- Kulumuzu bizden ayırdın. Ben herkese bir huy, bir ıstılah
verdim. Onun için medh ü sena olan söz, senin için yergidir. Biz,
temizden de münezzehiz, pisten de. Onların beni teşbih etmeleriyle
münezzeh ve mukaddes olmam. Bununla kendileri temizlenirler. Biz dile
ve söze değil, gönle ve hale bakarız. Kalb huşu sahibiyse kalbe
bakarız, söze değil. Ey Musa, edep bilenler başka, içi yanmış aşıklar
başka.
Musa (a.s.), Allahu Teala’dan bu itabı duyunca çöle düşüp çobanı
aramaya başladı. Onun izlerini takip ediyordu. Nihayet onu buldu:
- Müjde, dedi, Allahu Teala’dan izin geldi. Gönlün nasıl istiyorsa öyle söyle!
- Ey Musa, dedi çoban, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi benim halim söze sığmaz.
Allahu Teala’ya hamd etsen de, bu çobanın layık olmayan övüşü
gibidir. Senin övüşün çobanınkine nispetle daha iyi olsa da, Allahu
Teala’nın yüceliğine nisbetle onun da değeri yok. Allah’ı zikrediyor
oluşunun makbul olması, O’nun rahmetindendir.
***
AğzınaYılan Kaçan Adam
Akıllı birisi, atına binmiş gidiyordu. Yol kenarında uyumakta olan
birisinin de ağzına yılan kaçmak üzereydi. Atlı, yılanı ürkütüp kaçırmak
ve adamı kurtarmak için atını koşturdu, fakat yetişemedi.
Tutup o adama kırbacıyla birkaç kere vurdu. Uyanan adam,
darbelerin acısıyla bir ağacın altına kadar kaçtı. Oraya bir hayli
çürük elma dökülmüştü. Atlı:
- Bunları ye, diye emretti.
- Beyim, dedi adam, ben sana ne yaptım. Eğer bana hakikaten
kastın varsa, vur kılıcı öldür. Sana çattığım saat ne uğursuzmuş. Ne
mutlu senin yüzünü görmeyene. Dinsizler bile kimseye sebepsiz böyle
yapmazlar.
Bir yandan da lanetler okuyor, beddua ediyordu:
- Ya Rabbi, cezasını sen ver, diyordu.
Atlı ise onu dövüyor:
- Koş, diyordu.
Atlı adamı epeyce bir zaman koşturdu. Nihayet adamın safrası
kabardı, yediklerini kusmaya başladı. Bu arada yılan da çıktı. Adam
yılanı görünce atlının ayağına kapandı:
- Sen bir rahmet meleğisin, dedi, ne mübarek saatmiş ki seni
gördüm. Sen beni analar gibi ararken ben eşekler gibi kaçıyordum. Durumu
biraz olsun bilseydim sana bu kadar kötü sözleri söyler miydim?! Sükut
ederek kızgın göründün, hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya
başladın. Bağışla!
- Eğer ben biraz olsun sana hali çıtlatsaydım derhal ödün
patlardı, içindeki yılanı bilseydin ne elma yiyebilir, ne koşabilir ne
de kusabilirdin. Sen bana söverken ben gizlice, “Ya Rabbi, işimi
kolaylaştır” diye dua ediyordum.
İşte bu, akıllının düşmanlığıdır. Akıllının düşmanlığı, ahmağın
dostluğundan yeğdir, denilmiştir. Peygamberler, halka içlerindeki yılanı
göstermeye çalışır, insanlar ise onlara kötü sözler söylerler, hali
anlamazlar.
***
Kör Dilenci
Kör bir dilenci vardı. Şöyle derdi:
- Ey ahali, bana acıyın, bende iki körlük var. O halde bana iki kat yardım edin.
Halktan birisi:
- Bir körlüğünü görüyoruz. Öbürü nedir, göster, dedi.
- Sesim çirkin, avazım kötü. Körlük ve ses çirkinliği iki kat
körlüktür. Sesim yüzünden halkın bana acıması azalıyor. Kötü sesim
nereye varırsa bana karşı öfke ve kin meydana getiriyor. Bu iki körlüğe
siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sığmayan kişiyi siz de
gönlünüze sığdırın, hoş görün.
Bu sızlanma yüzünden halkın hepsi ona acımaya başladı. Sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi, sesinin çirkinliğini örttü.
Böyle birisinin gönül sesi de çirkin olursa, bu üç kat körlüktür.
***
Hz. Musa (a.s.) Ve Buzağıya Tapan Adam
Hz. Musa, buzağıya tapanlardan birine şöyle dedi:
- Benden bunca mucize görmene ve benim böylesine güzel huylu olmama
rağmen peygamberliğim hakkında yüzlerce şüphen vardı. Sizi Firavun’dan
kurtarmak için denizi yardım, kırk yıl gökten yemek indi, duam
bereketiyle taştan ırmak aktı. Buna rağmen senin şüphe ve vehimlerin
azalmadı. Fakat sihirli bir buzağı ses çıkardı, derhal secde ettin. Onun
hakkında niye şüpheye düşmedin, vehme kapılmadın? Sence buzağı bir
lafla tanrılığa layık oluyor da, benim peygamberliğimden şüpheye
düşüyorsun ha? Yuh olsun sendeki akla!
Gönül aynası saf olmalı ki güzeli çirkinden ayırabilsin. Her cins, kendi cinsini çeker. Öküz, elbette bir buzağıyı tanrı sanır.
***
Ayının Dostluğu
Bir ejderha, bir ayıyı yakalamış parçalamaya çalışıyordu. Yiğit bir
adam, yolda giderken ayının bağırmalarını duydu. Hemen koştu, her ne
kadar ejderha daha güçlü idiyse de, o adamın hem gücü hem de hilesi
vardı.
Ayı, ejderhadan kurtulunca Ashab-Kehfin köpeği gibi o adamın peşine
takıldı. Adam hasta olup yere baş koyunca da ayı onu bırakmadı,
başında beklemeye başladı. Oradan geçen birisi:
- Ey kardeş, dedi, bu ayıyla ne işin var? Adam, ejderha olayını anlattı. Bunun üzerine o şahıs:
- Ayıya güvenme, dedi, ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir.
- Sen bunu hasedinden söylüyorsun. Ayıya bakma, bana olan sevgisine bak.
- Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir. Benim bu hasedim onun
sevgisinden iyidir. Gel benimle bir ol da o ayıyı uzaklaştır gitsin!
- Git başımdan hasetçi herif, kendi işine bak!
- Ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya. Başına bir şey gelecek diye yüreğim titriyor. Sakın böyle bir ayı ile ormana gitme!
Bu sözler adamın kulağına girmedi:
- Git başımdan, dedi.
- Ben senin düşmanın değilim. Peşimden gelirsen kendine iyilik etmiş olursun.
- Uykum geldi, beni bırak, işine git!
- Benim gibi bir dosta uy da, himayemde uyu. Adam:
- Bu galiba bir katil, diye düşündü, uyuyunca beni öldürecek. Ya da benden bir şey umuyor, bir dilenci.
Adamın yola gelmediğini gören nasihatçi kızarak ve içinden “La havle…” diyerek oradan ayrıldı.
- Ben ona ciddiyetle nasihat ettim, o ise benden daha kötü şüphelendi, diye düşündü.
Adam da uyuyakaldı. Yüzüne sinek konuyor, ayı da onu kovalıyordu.
Sinek kovulunca kalkıyor, fakat inadına tekrar aynı yere konuyordu. Bu
böyle sürüp gitti. Ayı, sineğe kızdı, gitti kenardan koca bir taş
getirdi. Sineğin yine adamın yüzüne konmuş olduğunu görünce, o koca
taşı sineğe fırlattı. Taş, uyuyan adamın yüzünü paramparça etti.
Ahmağın sevgisi, ayının sevgisidir. Kini sevgisi, sevgisi kinidir. Ahdi gevşek, sözü büyük, vefası zayıftır.
***
Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Âmâ Adam
Allahu Teala, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e şöyle vahyetti:
- Kör, Hakk’ı diliyorsa, onun yoksulluğu yüzünden gönlünü kırmak
yaraşmaz. Sen, halk büyüklerinden öğrensin diye onları irşad etmek
istiyorsun, onların dine yardımcı olacaklarını, onlar sayesinde İslam
dininin her tarafta yayılacağını düşünüyorsun. Bu yüzden de hidayet
isteyen körden yüz çevirdin, onun konuşmasından sıkıldın. Onun
dostlarından olduğunu, vaktinin de geniş olduğunu hatırladın. Fakat bu
bir tek kör, yüzlerce Kayzer’den yeğdir. Gönlü aydın kör gelince kapıyı
kapama.
Hz. Peygamber s.a.s. dedi ki:
- Benim peygamberliğime Allah c.c. şahit, bu yeter. Yarasaların
nefretinden de anlaşılıyor ki ben Allahu Teala’nın parlak bir
güneşiyim. Hırsız geceyi ister, gündüzü değil. Ben, cihanda parlayan
gündüzüm.
***
Calinus Ve Deli
Calinus, etrafındaki dostlarına:
- Bana filan ilacı verin, dedi. içlerinden birisi:
- Ey üstad, dedi, bu ilacı delilik için verirler. Delilik ise senden uzak.
- Bana bir deli baktı, dedi Calinus. Bir müddet yüzümü seyretti.
Bana göz kırptı, sonra yenimi yakamı yırttı. Onunla bir münasebetim
olmasaydı nasıl olur da yüzünü bana çevirirdi?! Benim onunla bir ilgim
olmasaydı, nasıl olur da gelir bana çatardı?! iki kişi uzlaştı mı,
aralarında ortak bir özellik var demektir. Kuş ancak kendi cinsinden
olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet, adeta mezara
girmedir.
***
Leylek Ve Karga
Hikmet sahiplerinden biri şöyle anlattı:
- Kırda bir karga ile leyleğin birlikte koşup uçtuklarını gördüm.
Hayret ettim, bakalım aralarındaki ortak özelliğe ait bir emare
bulabilir miyim diye onları izledim. Yanlarına yaklaşınca gördüm ki
ikisi de topal.
***
Bahçıvanla Kuru Ağaç
Bahçıvan, bahçedeki kuru bir ağacı kesmeye koyuldu. Ağaç:
- Ey yiğit, dedi, suçsuz yere benim başımı niye kesiyorsun?
- Sus, dedi bahçıvan, kuruluğun suç olarak yetmez mi?!
- Ben doğruyum, eğri değil. Niçin günahım yokken beni kesiyorsun?
- Mübarek bir şey olsaydın, yaş olsaydın da keşke eğri olsaydın.
Doğruları söylüyorum diye övünme, bu doğrularda ab-ı hayat var mı, ona bak!
Abdüllatif Erdoğan
0 yorum:
Yorum Gönder